FETÖ’nün Ergenekon kumpası kapsamında 22 ay hapis yatan 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Filistin sorununa ilişkin bir yazı kaleme aldı. Başbuğ, Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazıda Filistin sorununa çözümleri yazdı.
İlker Başbuğ’un yazısı şöyle:
“Dünü anlamadan, bugünü ve yarını pek anlayamazsınız. Bu nedenle, çözüm önerilerine geçmeden önce, Filistin’de yaşanan dört kırılma noktasını değerlendirmek uygun olacaktır.
BİRİNCİ KIRILMA NOKTASI
2 Kasım 1917’de Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Balfour’un “Krallık hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını desteklemektedir” açıklamasıyla İsrail Devleti’nin kurulması için ilk adım atıldı. 8 Aralık 1917’de İngiliz ordusu Kudüs’e girdi. 5 Mayıs 1920’de de Milletler Cemiyeti Filistin’i İngiltere’nin mandasına bıraktı. Filistin’de 1919’da başlayan çatışmalar devam edince, İngiltere sorunu Birleşmiş Milletler’e taşıdı. BM Genel Kurulu, 29 Kasım 1947’de aldığı kararla; Filistin’in; Filistin ve Yahudi toprakları olarak ikiye ayrılmasını ve Kudüs’ün uluslararası bölge olmasını kabul etti. O anda Filistin’de 1 milyon 269 bin Filistinli ve 678 bin Yahudi yaşıyordu. Arap tarafı bu kararı Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdı. Ancak bu görüş reddedildi.
14 Mayıs 1948’de İngiltere Filistin’deki manda rejimine son verildiğini açıkladı. Yahudiler, hemen İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Bu ilana karşı çıkan Arap Ligi Filistin’e müdahale etme kararı aldı. 40 milyona yakın nüfusu olan Arap ülkelerinin müdahale gücü 20 bin civarındaydı. Buna karşı Yahudilerin silahlı gücü 60 bine yakındı. Çatışmalar Ocak 1949’da sona erdi. Arapların elinde Filistin’in yüzde 21’i kalmıştı. Asıl önemli olan nokta ise Filistin’den göç eden Arapların sayısının 700 bin kadar oluşu, neredeyse Filistinli ile Yahudi nüfusunu eşitlemişti.
Arap ülkelerinin oluşturduğu müdahale gücü; emir-komuta, irtibat ve koordinasyon ve ortak bir hedef çerçevesinde birleşilemediği için başarısız olmuştu. Bu onların Filistin’deki ilk yenilgileri oldu.
İKİNCİ KIRILMA NOKTASI
1967 yılı mayıs ayı başlarında Mısır, İsrail’in Suriye’ye karşı bir askeri harekât hazırlığı içinde olduğu haberini aldı. Mısır ordusunun büyük kısmı o anda Yemen’deydi. Mısır Devleti Başkanı Nasır, kendisini çok güçlü hissediyordu. Duruma müdahale etme kararı aldı. Sina’daki BM Güçleri’nin geri çekilmesini istedi. İsteği hemen kabul edildi. Nasır Şarm-el Şeyh’teki mevzileri işgal etti. İsrail gemilerine abluka uygulayacağı açıklandı. Bu İsrail için bir tehditti.
5 Haziran sabahı İsrail Hava Kuvvetleri Mısır Hava Kuvvetleri’ne saldırdı. Uçakların neredeyse tamamı havalanmadan imha edildi. Sina’da da taarruza başlayan İsrail ordusu Süveyş Kanalı’nın doğu kıyısına ulaştı. Kudüs bölgesinde yenik duruma düşen Ürdün ordusu, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’dan çekildi. İsrail aynı zamanda 11 Haziran’da Golan Tepeleri’ni de ele geçirdi.
BMGK; 22 Kasım 1967’de meşhur 242 sayılı kararını aldı: “Savaşla toprak elde edilmesi kabul edilemez. İsrail işgal ettiği bölgelerden çekilmeli. Adil ve kalıcı bir barış aranmalı. Mülteci sorunu çözülmeli.”
Mısır, İsrail ve Ürdün kararı kabul ederken Suriye ve Filistin örgütleri reddetti.
Nasır, onu alkışlayan kalabalıkların etkisinde kalmış ve adeta özgüven patlaması yaşamıştı. Hesabı, ABD ve Sovyetler’in duruma hemen müdahale edeceğine dayanıyordu. Hesapları yanlış çıkmıştı. İsrail’in bu şekilde saldırabileceğini öngörememişlerdi. Sonuç Nasır ve Mısır için büyük bir travma yaşanmasına ve siyasi değişimlere neden oldu. Arap milliyetçiliği yerini Filistin milliyetçiliğine bırakıyordu. Ayrıca, bölgede siyasal İslam da daha güçlü bir pozisyon kazanıyordu. Bu savaş Arapların, İsrail karşısındaki ikinci yenilgisi oldu.
6 Ekim 1973’te Mısır Devlet Başkanı E. Sedat’ın Süveyş Kanalı’nı doğuya geçerek başlattığı savaş da yine İsrail tarafının kazanması ile sonuçlandı. Bu savaş da Arapların İsrail karşısındaki üçüncü yenilgisi oldu.
ÜÇÜNCÜ KIRILMA NOKTASI
Filistin ile İsrail arasında Oslo’da başlayan görüşmeler 1993 yazında, barış için gerekli olan prensiplerin üzerinde anlaşılmasıyla sonuçlandı. Kabul edilen prensipler şöyleydi: Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsilciliği İsrail tarafından kabul edilirken Arafat da İsrail’in varlığını ve güvenliğini kabul edecekti. Devamında İsrail Batı Şeria ve Gazze’den çekilecek ve yönetim Filistin Kurtuluş Örgütü’ne devredilecekti. Kudüs’ün durumu ile mültecilerin geri dönüşü ve Filistin’in alacağı siyasal şekil ise görüşmeler yoluyla çözülecekti.
ABD Başkanı Clinton, Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin’i antlaşmayı imzalamak üzere Washington’a davet etti. Antlaşma imzalandı.
Filistin’de barış için çok ciddi bir ümit doğmuştu. Ancak, İsrail parlamentosu bu antlaşmayı “Büyük İsrail’e” karşı atılan bir adım olarak gördü. Kasım ortalarında karşıt gösteriler başladı. 4 Kasım’da da Rabin bir suikast sonucunda yaşamını yitirdi. Clinton’ın barış çabaları boşa gitmişti.
1999’da Clinton ikinci bir denemeye girişti. Ehud Barak ile Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile Arafat’ı bir araya getirmeye çalıştı. Barak çözüme yakın duruyordu. Hafız Esad da görüşmeye hazırdı. Adım adım ilerlenebilirdi. Ancak, Arafat’ın çözümlere pek yakın durmaması ve görüşmelerin Irak ve İran sorunlarının bölgesinde kalmasıyla, ikinci defa büyük bir şans kaçırılmış oldu.
DÖRDÜNCÜ KIRILMA NOKTASI
Netenyahu’nun yeniden iktidara gelmesiyle; Batı Şeria’daki yerleşim yerleri projesine büyük hız vererek; buradaki Filistinlileri evlerinden kovarak, bu bölgede bir etnik temizliği hedef alması; Kudüs’ün BMGK’nin 242 sayılı kararı çiğnenerek İsrail’in başkenti olması; İsrail’in mültecilerin geri dönmesini söz konusu bile etmemesi; Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin İsrail’in bu davranışları karşısında etkisiz ve sessiz kalması; İsrail’de durumu gergin bir noktaya taşıdı. Toplum patlamaya hazırdı. Patlama; 7 Ekim 2023 günü Hamas’ın saldırısıyla gerçeğe dönüştü. İsrail hükümeti, bir devlet politikası olarak, adeta intikama odaklandı. Devlet terörü estirdi. Gazze’deki Filistinlilere karşı soykırım suçu işledi ve bu suçları da işlemeye devam ediyor. Ancak, İsrail için durum artık 7 Ekim 2023 öncesine dönmek için çok geç. İsrail Gazze’ye yaptığı müdahale şekli ile uluslararası itibarını yerle bir etti. Hamas’ı silahsızlandırmada da başarılı olma şansı oldukça düşük.
FİLİSTİN SORUNUNA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Netenyahu hükümeti neredeyse bütün Filistinlileri bir şekilde İsrail’den göndermek istiyor. Bu hedefe ulaşmak için etnik temizlik, soykırım suçlarını işlemekten bile kaçınmıyor.
ABD ile Rusya’nın konuya farklı yaklaşımları olsa da bu iki devletin ortak amacı Filistin-İsrail ihtilafının küresel seviyede büyümesini engellemektir. Bu nedenle, ABD ve Rusya’nın birlikte hareket ederek yaşananlara karşı çıkması zorunludur. Bu ikiliyi Çin ile AB de desteklemelidir.
Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan Arap ülkeleri, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nda olduğu gibi, bütün tarafları barış masasına getirecek önlemleri uygulamayı artık gündemine almalıdır.
İsrail; Mısır ve Ürdün ile anlaşmıştır. Irak ve Suriye bugün için İsrail’e tehdit oluşturmamaktadır. Golan tepelerini geri alacak Suriye’nin tavrı tamamen farklı olacaktır. Suudi Arabistan’ın gayretleri ile İran bile İsrail sorununda yumuşama içine girmiştir. Bu durumda, İsrail’in halen neden büyük çapta kaynaklarını savunma harcamalarına ayırdığı ve buna karşılık olarak da terör eylemlerine daha fazla hassas duruma geldiği, İsrail halkına artık açıklanmalı, anlatılmalıdır.
İspanya, İrlanda ve bazı AB ülkelerinin, Filistin’i devlet olarak tanımaya yakın olması, Filistin sorununa kalıcı bir çözüm bulunabileceğine ilişkin ümitleri artırmaktadır. Filistin sorununa çözümün anahtarı, BMGK’nin 22 Kasım 1967’de aldığı 242 sayılı karardır.
ABD Başkanı Clinton, Filistin sorununa kalıcı bir çözüm bulabilmek için gayret etmiştir. Bugünün siyasetçilerinden aynı gayreti göstermeleri beklenmektedir. Aksi takdirde, tarih ileride onları da hiç çekinmeden suçlu sandalyelerine oturtacaktır.”